April 2024
SunMonTueWedThuFriSat
31123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
2829301234
567891011
 

Yavuz Çetin

Yazın ortasında sıcak ve bir o kadar uykusuz bir gece… Camdan bakarken yıldızlara, birden içlerinden birisi kayıveriyor. Aklıma geliyor: “Bugün ne ki günlerden?” Bakıyorum saat gece yarısını geçmiş, 15 Ağustos. Evet, bir yıldız kaydı. Cennet bir virtüöz kazandı 2001 senesinde. Tam 10 yıl olacak Yavuz Çetin aramızdan, kimsenin bilemediğini bilerek ayrılalı.

Onu ilk duyduğum ana dönüyorum: Kendisini yakından tanıyan çok değerli bir arkadaşım, İstiklal Caddesi’ ndeki kalabalıktan kendimize yer açarak yürümeye çalıştığımız bir anda tutuyor kolumu. “Bak, dinle. Yavuz Çetin’ in gitarı bu.” O andan itibaren ayaklarımız kıpırdamıyor yerinden, ikimiz de çakılı kalıyoruz şarkısı bitene dek. Uzunca bir müddet etkisinden kurtulamadığım bu müziğin sahibini görmek istiyorum. Aramızda olmadığını, gitmeyi tercih ettiğini öğreniyorum arkadaşımdan.Müthiş hayal kırıklığı! Eve varır varmaz oturuyorum bilgisayarın başına. Yavuz Çetin… Yavuz Çetin…

Bir yazısında “Bilgi bazı durumlarda iyi bir şey değildir,” diyordu Elif Şafak. Çünkü ne kadar bilirse ve hatta ne kadar bildiğini zannederse o derecede yorumlar ortaya koyabiliyor insan. Ne kadar haklıymış anlatmak istediğinde, Yavuz Çetin anısına yazarken onun hakkında yazılanları okumakla işe başladığım zaman anladım. Bakıldığında herkes biliyor her şeyi ama aynı oranda da kimse bilmiyor bana kalırsa gerçeği.
Yazılanlara göre Yavuz Çetin, Türkiye’ de yetişmiş en iyi gitarist. Hayatı, müzik başarılarıyla dolu. Kendi şarkılarının yanı sıra pek çok müzisyenin de şarkılarına hayat vermiş bir isim. Üstelik bir o kadar da mütevazı: Başka isimlerle çaldığı zaman ismi anons edildiğinde utanacak ya da sahne aldığı mekânlarda her zaman seyircilerinin arasından geçerek sahneye çıkacak kadar. Fakat her ne oluyorsa bu kadar başarılı, hayat dolu, müziği en iyi ilaç olarak gören bu adam genç yaşında gitarını, bir avuç arkadaşını ve oğlunu bırakarak gitme kararı alıyor. O güne kadar kendisinden doğru dürüst bahsetmeyen yazılı ve görsel medyaya da bir anda tokat gibi yapıştırıyor gerçeği de aslında. Çünkü onunla ilgili olarak yazılanlara bakarsanız, genelinin ölümünden sonra kaleme alındığını göreceksiniz. Gerek başarıları olsun, gerek hayat hikâyesi olsun, gerek ölümü ve sebepleri olsun hep Yavuz Çetin öldükten sonra medyaya yansımış. Hatta o güne dek onu hep kendi hayranlarıyla ve onu tanıyan bir avuç müzisyenle baş başa bırakanlar aramızdan ayrıldığı an büyük(!) üzüntülerini dile getirmişler. İnsanın aklına takılıyor: “Neredeydiniz? Neredeydik?” Bu saklı hazineyi bulmakta bu kadar mı geç kaldık? Bu kadar mı yalnız bıraktık? Küstürdük?

Onu başından beri tanıyan şanslı insanlar da, benim gibi maalesef onu canlı dinleyemeyip aramızdan ayrıldıktan sonra geç kalınmış bir tanıma fırsatı bulanlar da bu soruları soruyordur kendilerine diye düşünüyorum. Evet, bu kendi tercih ettiği bir durum ama… Saygı gösterip kabullenmesi biraz zaman alıyor işte! Bu kadar güzel gülümseyen, baba olmanın bu kadar yakıştığı, bu kadar güzel sözleri arka arkaya bu kadar güzel melodilerle dizen, bu kadar hayat dolu ve ne olursa olsun sonuna kadar savaşmayı seçmiş olan bu harika adam neden bizi bırakıp yelken açtı sonsuz maviliğe? Yalnızlık mıydı onu gitmeye iten sebep? Kimsenin onun anlamaması mı? Herkeste bulunan, gündelik olarak gördüğümüz dünya sıkıntıları mıydı? Erken yaşta atıldığı hayatın getirdiği sorumlulukların altında ezildiğini hissediyor olması mıydı? Yaptığı müziğin anlaşılamaması mıydı bu kadar kaliteliyken? Beklediğini, umut ettiğini bulamaması mıydı? Yanında yeterince dost bulamayıp gitarı ve oğluna sığınması mıydı sadece? Yoksa en kolay seçebileceğimiz seçeneği mi yazayım: Tedavisi tamamlanmadan hastaneden taburcu edilmesi miydi? O kadar çok seçenek var ki önümüzde… Düşünüyorum, sadece birini seçmek o kadar zor ki! Bir insanın en sonunda çekip gitmeyi seçmesi ve bunu gerçekleştirmesi ancak ve ancak hepsinin toplamıyla oluşurmuş gibi geliyor bana. 
Fakat şöyle de bir gerçeklik duruyor önümde: Maalesef ki değeri yeterince anlaşılamamış Yavuz Çetin’ in. Ve bu, diğer bütün seçenekleri de alıp götürüveriyor beraberinde. Hakkındaki haberlerden çıkarılan çoğu sonuç aynı: “Eğer yeterince ilgilenilmiş olsaydı,

Yavuz Çetin aramızda olurdu.” Yanlış anlaşılmasın, amacım kimseyi suçlamak değil, iğneyi kendim(iz)e batırmak istiyorum biraz da. Neden onu daha önce tanıyamadığımın pişmanlığını yaşarken, ona ulaşamadığımı, onun müziğini duyamadığımı anlıyorum. Onu bana ulaştıramadıkları sonucuna varıyorum ister istemez. Keşke müzik adı altında dinlediğimiz o gürültüler yerine Yavuz Çetin bize ulaştırılsaydı da biz onu dinleseydik. Keşke yazılı ve görsel medyada onun ölümüyle değil; kendisi, şarkıları ve müziğiyle ilgili haberler yer alsaydı, eminim, kendi imkânlarıyla bu kadar güçlü bağlar kurarak edindiği bu hayran kitlesine bir bu kadarını daha eklerdi. Yalnız bırakmamış olurduk onu, yalnız hissettirmezdik kendini. Değerinin anlaşıldığını düşünmesini sağlayabilirdik. Dinleyebildiğimiz, elde olan bu albümlerin yanına başkalarını da koyabilmesini sağlayabilirdik. İnanıyorum ya da inanmak istiyorum ki daha yapacağı pek çok şey vardı onun, eğer yeterince değeri bilinseydi. Zaten pek çok zaman çeşitli sanat dallarında görüyoruz bu kadar yetenekli ve başarılı insanların bir müddet sonra anlaşılamadıklarını düşünerek çekip gittiklerini bu dünyadan.

Müzik, müzik dinlemek ve hatta müzik yapmak elbette ki çok güzel ancak müziği müzik yapan sadece sözler mi, sözleri dile getirenler mi yoksa enstrümanların üzerinde dolaşan sihirli parmaklar mı? Çoğu zaman insan göz önündekine yoğunlaşıyor maalesef, müziği oluşturan enstrümanlara hayat verenlere değil. Bana kalırsa, Yavuz Çetin’ in de, üzülerek söylüyorum ki, göz önünde olmadığı için gitarındaki sihirli parmaklarına pek çok insan geç kalmış ya da o parmakların değeri yeterince anlaşılamamış.

Sahne aldığı yerleri tıka basa dolduran, onu dinleyenlerle arasında sadece müziği sayesinde yıkılmaz köprüler kuran bu adama neden yeterince değer verilmedi ki? Şimdi sorabilirsiniz, “Neyin değeri anlaşılıyor ki o, hemen yanı başımızdayken?” Haklısınız. Örnekler sadece Yavuz Çetin ile sınırlı değil ki! Nice isimler var, değeri öldükten sonra anlaşılan, albümleri ancak ölümlerinden sonra satış rekorları kıran. Ben burada cümlelerimi bitirirken harika adamdan kendi adıma özür diliyorum, ona geç kaldığım için. Yanımda olduğunu biliyorum bir şekilde, şarkılarını dinlerken:

“Yavuz Çetin, harika adam, iyi ki gelip geçtin aramızdan, şarkılarınla bizimlesin, özür diliyorum senden kendi bencilliğim ve insanlığın bencilliği adına. Olmak istediğin yerde olduğunu biliyoruz, sadece erken olduğunu düşündüğümüz için kabullenmekte zorlanışımız. Kurt’a ve Hendrix’ e selamlar…”

Sevgilerimle

Başak Kaya

 
Hayata Dokun Derneği Kütüphanesi

Eğitimin sosyal hayatın desteklenmesi gereken yegane unsur olduğunu öngören Derneğimiz, 2012 yılından bu yana; Van, Muş, Tekirdağ, Diyarbakır, Trabzon ve İzmir illerindeki köy okullarına kütüphaneler açmaktadır. Her yıl ortalama 5 kütüphane açan derneğimizin...
DEVAMI...


Jehan Barbur Şarkılarıyla Hayata Dokunuyor Konseri

Sanatçı Jehan Barbur’un Hayata Dokun Derneği yararına verdiği konser İstanbul Bilgi Üniversitesi Mezunlar Derneği desteğiyle 26 Nisan 2013’te Bilgi Üniversitesi Kuştepe Ka...
DEVAMI...


Hayata Dokun’an Üniversiteler

2010’dan bu yana her yıl İstanbul Merkezli tüm devlet ve belli başlı özel üniversitelerde yapılan üniversite öğrencilerine yönelik gerçekleştirilen konferans...
DEVAMI...


Tüm projeler için tıklayınız